Bilgistasyonu
ihanet
!..İhanet..!
Hayat, ihanet edenler için bir komedi; ihanete uğrayanlar içinse bir trajedidir. İhanet edenler, hiçbir yere ait olmamakla temellendirirler ihanetlerini. İhanete uğrayanların tesellisi ise hain özneyi cezalandırmaktır.
Kimilerinin cezası cinayet olarak eylemleşir, kimilerinki de ihanet edeni kendi varlığından mahrum etmek gibi ucuz cezalardır. Hiçbir ihanetin cezasız kalmayacağı sözü de, ihanete uğrayanların uydurduğu koca bir yalandır. Çünkü her ceza, intikam duygusundan beslenir ve hiçbir intikam 'ihanet'i ortadan kaldırmaya yetmez.
İhanet deyince akla gelen ilk isimlerden biri ünlü İngiliz casus yöneticisi Kim Philby'dir. Hindistan doğumlu Philby, Cambridge'de eğitim görmüş ve 'double' (çift taraflı) çalışmak üzere 1940 yılında MI6'e (İngiliz Dış İstihbarat Servisi) alınmıştı.
Philby 1963 yılına kadar hiç sezdirmeden Ruslara çalıştı. Soğuk Savaş'ın en sıcak yıllarında Moskova'ya sürekli belge ve bilgi aktardı. Ve yıllar sonra, bir traitor (hain) olduğu ortaya çıkınca Moskova'ya kaçtı. Ruslar; pullarının üzerine Kim Philby fotoğrafları basarak onore ettiler onu.
Bütün zamanların en büyük hainlerinden biri olan Philby, yaşamının son dönemlerinde; "İhanet etmek için..." demişti. "İnsanın bir yere ait olması gerekir. Oysa ben hiçbir yere ait değilim."
Ne keskin, ne kaskatı bir söz değil mi? Ne kadar gerçek... İhanet edenin, her koşulda kendince haklı olduğunu gösteren bir manzum sanki. Müzikal kalitesi yüksek ama aynı zamanda kulak tırmalayıcı bir armoninin lyrics'i gibi...
Ne zaman yakın dünya geçmişine bir göz atsam, ne zaman casusluk öyküleri okusam tarihi 'hain'lerin yazdığına bir kez daha inandırırım kendimi. Pek çoğumuzun, bazen içindeki kötücül unsurların denetimine girip hain olmayı dilediği zamanlar olmuştur. Belki de tarihi onların yazdığını düşündüğümüz için...
Eğer hainseniz idam sehpasına giderken bile güçlüsünüzdür. Gerçeğin katışıksız acımasızlığı içinizdeki acıma ve mahcup olma duygusunu köreltmiştir. Yüzsüzleşmişsinizdir hatta. Herkesin kendini iyi sandığı bir dünyada iyi olmanın anlamsız olduğunu belirler ve kendinde şey olarak 'ihanet'e sürüklenirsiniz.
Ve sonra... En sonra birisi size hain dediğinde 'İhanet aitlik gerektirir' diye muhalefet edebilir, bir başka herhangi biri, 'Bana ihanet ettin' dediğinde de 'Ben sana ait değilim ki' diyebilirsiniz.
İsrail Gizli Servisi Mossad, insandaki 'ait olmama eğilimi'nin gizil güçlerini sezmiş ve bu sezgiyle binlerce kişiyi kullanmıştır. Kullanılanlar arasında 'sözde intifada savaşçısı' Filistinli gençler bile vardır.
Türkiye'nin yakın tarihi de, dillendirilemeyen ihanetlerin tarihidir. Yüzlerce ve hatta binlerce isimsiz hain öykümüze yön vermiştir. Politik güçleriyle ihanet etmiştir bunlar. Paralarıyla ya da kalemleriyle ihanet edenleri de vardır. İhanet ederler ama bunun tespitini yapmaktan korkarlar. Hain olduklarını ve dolayısıyla hiçbir yere ait olmadıklarını belirlemek cehennem azabından farksızdır onlar için.
Bağlılık yeminleri ederler. Kendilerine yalanlar söylerler. Bir bayrak, bir ülkü, bir ideoloji tarafından sahiplenilmek isterler. Bunun için başkalarının yazdığı rolleri oynamaya bile razı olurlar. Kendi iradeleriyle hain olmaktansa, başkalarının iradeleriyle masum özne rolünü oynamayı seçerler. Ama aslında seçim yapma şansları olmadığını bilmezler. Onlar doğuştan haindirler. Hain olmamak gibi bir seçim şansları olmamıştır hiçbir zaman.
İhanetten en fazla uzak duranlarsa; ülkü ve ideoloji gibi dışsal etkenleri değil, içsel ahlakı önceleyenler olmuştur. Onlar Immanuel Kant'ın deyişiyle, kendilerine hayrete düşüren iki şeyden -başlarının üzerindeki yıldızlı gökyüzü ile içlerinde ahlak yasasından- ikincisini tercih etmişlerdir. İşte bunların tercih şansı vardır.
Seçim yapabilenler ikinci gruptakilerdir ama tarihi birinci gruptakiler yazarlar.
Ne anti-diyalektik bir denge değil mi? Bir grup tarihi yaşar, bir grup da tarihi yazar özdeyişiyle... Kurnazca yazmayı mı istersiniz, budalaca yaşamayı mı? Seçim size kalmış ve eğer en küçük bir seçim yaparsanız, daha şimdiden ikinci gruba dahil olacaksınız. Budalaca yaşayanlar sınıfına yani... Sakın bu tuzağa düşmeyin!
3 Kasım 1996'da Susurluk'ta bir Mercedes'in kamyona çarpmasıyla kopan gürültü, tarihi hainlerin yazdığını bir kez daha göstermiştir.
Bilgi ve slogan bombardımanı içinde Susurluk'un kara gözlüklü esas oğlanları; kendilerini korumayı ve hatta gizlemeyi başarmış, belirli isimleri piyasaya sürmüşlerdir. Ve kendi ihanetlerini gizlemek için, piyasaya sürdükleri isimlerin 'fearless' (korkusuz) olmasına özen göstermişlerdir.
Mesela Korkut Eken gibi madalya sahibi olanlar tercih konusu olmuştur. Onlarca; Korkut Eken, bir korkusuz kahramandır ve bu özelliğiyle perde gerisindeki hainlerin, sırtını en fazla sıvazlayabileceği yegane isimlerden biridir.
Kara gözlüklü esas oğlanların, 'hain'liklerini gizleyebilmek için Eken'e gönül rahatlığıyla kahraman diyebilmeleri gerekmektedir. Bu gerekliliği yerine getirirler, ona (onlara) 'kahraman' derler ve 'kahraman' dedikleri adamları beyinlerine döşedikleri merdivenle göklere çıkarırlar.
O güne kadar hiç olmadıkları ölçüde 'kahraman' yaparlar onları.
Böylece akşama kadar kilisede bekareti bozuk kızların günahlarını çıkartıp, akşam da -kendisini 50. doğum yıldönümünde yeniden, yeniden vaftiz eden- bir papaz gibi günah çıkarmış olurlar.
Hain olduğunu bilen hainlerin, ihanetten uzak duran ahlaklılar üzerinden aklandığı bir hamamdır bu dünya. Yıllarca böğürerek kusar, sonra altın tabaklar içinde servis yaparlar önümüze. Haindirler ama salak değillerdir. En gereksiz ritüellerin bile törensiz sağlam inanışlara galip geldiğini bilirler.
Törenler düzenlerler işte tam da bu yüzden. Kahramanlarını -günah keçilerini- cezaevine uğurlarken bile slogan atar, mağdur hükümlünün sırtını sıvazlarlar. Tıpkı neredeyse hayatının iki yılını askerlik zorunluluğuna -gönülsüzce- teslim ettiği halde gülen genç adamların sırtını yalancıktan sıvazladıkları gibi... Ya uğurlanan kahramanlar ne yaparlar biliyor musunuz? Kendilerini uğurlayan kalabalığa korkusuzca bakıp selam dururlar. Kafalarında 'lunatic'lerin (deli) taktığı papatyadan taçlar vardır, bir üfürükle kopup dağılabilecek....
Hainlerse, korkusuz ahmakların alınları üzerinde yürürler.
Tarihin akışı içinde insanlar kendilerini irkiten bu kavramla ilgili pek çok trajik hadiselerle karşılaşılmıştır.
Bir mistik düşünür, eserinde bu olguyu, “Güvendiğiniz şeyler, kızgın güneşin altında eriyen karlar gibi erir gider de sizin bundan haberiniz bile olmaz ” diyerek konuyu tasvir etmiş..
İhanet, yaşamın herhangi bir anında veya desteğe ihtiyaç duyulan çok önemli bir zamanda ortaya çıkabilir. Örneğin: Pompeius heykelinin altında onlarca hançer darbesiyle sırtından vurulan Sezar’ın, ölmeden önceki tarihe mal olmuş sözleri gibi “ Sen de mi, Brutüs?.. ” Kendisini hançerleyenler arasında, Brutüs’ün de bulunduğunu gören ve en yakın dostundan hiç beklemediği bu ihanete şaşkınlığını dile getiren haykırışı, tarih boyu bir ibret nişanesi olarak zihinlere nakşolmuştur...
Keza, havarilerinden birinin Hz. İsa’yı Havra hahamlarına teslim edişi de, asırlarca insanlık alemi içinde ve mistik boyutta daima anımsanacak bir ihanet belgesi olarak hatırlanmaktadır.
İşin ilginç yanı, Hz. İsa, kendini ele verecek havariyi teşhis ederken zorlanmamış, imalı bir şekilde onu tanımlamıştır.
“ Ekmeğini benimle birlikte şaraba bulayan, beni satacak olandır !" Onun bu tesbiti, keşfi bir olguya dayanmaktadır, Allahın bir Rasulü oluşunun getirisidir.. Hıristiyanlık âlemi, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğini kabul ededursun, melekler havariyi ihanet çemberi içinde sıkıştırarak Hz.İsa’ya benzetmişler, dolayısıyla, asıl çarmıha gerilen Yahuda olmuş, Hz. İsa, cismani şekilde ruhu bedeninden ayrılarak dünya hayatına veda etmiştir.
Kur’an-ı Kerim, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden ve normal bir ölümle dünyadan ayrıldığını ifade etmektedir.
Bir başka belirgin ihanet örneği İslâm halifesi Hz. Ömer ile ilgilidir. O da, aynen Hz İsa gibi başına gelecek olayı bir gün öncesinden yanındakilere bildirmiş kölesinin ihanet ederek kendisini öldüreceğini söylemiştir..
İhanet şu veya bu şekilde süregiden hayatı kesintiye uğratan, adeta şoklama görevini yapan bir oluştur. Heyecanlı bir serüvenin birden tıkanışı, bir süre önünün açılmaması gibi...
Zihinleri bulanıklaştıran bu kavram, dostluk kavramı ile asla bağdaşmayacak bir harekettir. İhanete uğranılan zamanlarda, insanın üzerindeki baskıyı atabilmesi için, zaman faktörünün derinliğinde karar kılması, kendini mutlaka kontrol ederek bilinçsiz hareketlere yeltenmemesi gerekir.
Pek tabidir ki, bu anlarda pembe dizileri yaşayacak hali yoktur.Ancak başka seçeneği de bulunmamaktadır. Yakınmaktan, sızlanmaktan, suçlamaktan uzak duran ve en zalim olaylara bile hoşgörü içinde yaklaşabilen bireyler, her türlü hatayı affedebilirken, sadece bir tek hareketi ihaneti kolay kolay bağışlayamazlar. Bu ince ayrıntının getirisi budur.
İhaneti sadece malum hareketlerde vurgulamak oldukça yanlıştır. Kişinin uyguladığı başka yaptırımlar da, bu kapsamda düşünülebilir.
Bedenine gerekli özeni göstermeyen, uyuşturucu ve alkol bağımlısı bir insanın davranışları bir bakıma kendine yaptığı bir ihanet değil de nedir ?Veya bakmakla yükümlü olduğu kişilere özen göstermemesi ihanetin bir türü sayılmaz mı? Savurganlık da topluma karşı yapılan bir ihanet değil midir? İhanetin daha birçok türü var.
Kimse bir ilişkiye aldatmak ya da aldatılmak için başlamaz fakat şu da bir gerçek ki çoğu ilişki aldatma kavramının kötü etkisi altındadır.
Evli çiftlerin aldatma nedenleri incelendiğinde erkeklerin fiziksel, kadınların ise duygusal gerekçelerle eşlerini aldattığı ortaya çıkıyor. Erkeklerin karşı cinsin fiziksel cazibesine kapılarak eşini aldatırken kadınların da çoğunun aldatma sebebi aşık olmallarıdır. Üstelik kadınlar evliliklerinde yaşadıkları umutsuzluk ve mutsuzluk nedeniyle aldatma yoluna gidiyor.
Türkiye'de "erkek aldatır ama kadın aldatmaz" gibi bir önyargı bulunuyor. Buna karşılık kadınlar da eşlerini, flörtlerini aldatıyor hatta eşini aldatan kadın oranında artış gözüküyor. Ancak kadın ve erkeğin eşini aldatma nedenleri farklılık gösteriyor. Türkiye'de yapılan bir araştırmada evli kadınlara, "Eşinizden başka bir erkekten hoşlandınız mı" sorusu yöneltildi. Evliliği iyi olan kadınların yüzde 13'ü, evliliği orta derecede olan kadınların yüzde 9'u, evliliği kötü olan kadınların yüzde 100'ü "evet" yanıtını verdi. Bu araştırma, mutsuz olan kadının aldatma olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. Eşlerini aldatan erkekler ise üç grupta inceleniyor.
Bunlar şöyle sıralanıyor:
İlişkisindeki mutsuzluk nedeniyle mutluluk eksikliğini tamamlamaya çalışanlar: Bunlar daha çok evliliğin ilk 10 yılı içinde görülüyor.
Sürekli aldatma eğiliminde olan erkekler: Evlilik öncesinde de sonrasında da çoğul ilişkileri olan ve ilişkilerinde başarılı olamayan insanlar. Çocukluktan gelen iç çatışmaları var. Bağlı, güvenli ilişkiyi uzun süreli oluşturamıyorlar. Bu tür aldatma Türkiye'de daha çok yaşanıyor.
Bir ilişkinin içine istemeden çekilen erkekler: Bu gruptakiler evli erkeklerle birlikte olmayı tercih eden kadınlar tarafından ilişkinin içine çekilebiliyorlar.
Öte yandan aldatmanın nedenleri incelendiğinde %50 ile ilk sırayı duygusal anlamda yalnız bırakılma oluşturuyor. İkinci sırayı %30 gibi bir oranla eş ile iletişim kuramama, üçüncü sırayı ise %20 ile eşiyle cinsel sorunlar yaşama izliyor.
Yapılan araştırmalarda aldatan erkek kendini bazı ipuçlarıyla ele veriyor. Eşi tarafından aldatılan kadın, bazı belirsizlikler duyumsuyor. Öncelikle bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ediyor. Ardından eşinin söylediklerinin birbirini tutmadığına tanık oluyor. Ayrıca, aldatan erkek, karısın gözünün içine "suç işlemiş çocuk gibi" bakıyor. Eve olan ilgisi ve eve ayırdığı zaman, cinsellik azalıyor.
Aldatıldığının ayrımına varan kadınların % 50'ye yakınında güven duygusu ortadan kalkıyor, %35'i ise, ailenin geleceğini düşünerek 'kocam bunu nasıl yapabildi" diyor. Öte yandan aldatılan eşler ilk aşamada boşanmayı düşünse bile sadece %20'si boşanma konusunda adım atıyor. % 80'i ise sorunu çözme yoluna gidiyor.
Aldatılan kadının yapması gerekenler
Aldatılan kadın sorunu eşiyle paylaşsın. Yani, 'böyle hissediyorum, böyle bir sorun var mı' şeklinde konuşsun. 'Evet' yanıtı alındığında yas süreci, sıkıntı, uykusuzluk, tedirginlik dönemi başlayabilir. Bu dönem bir kaç hafta ile bir kaç ay sürebilir. Aldatılan kişinin eşiyle biraraya gelerek sadece karşı taraftan değil kendinsinden de kaynaklanabilen sorunları çözmek için adım atması gerekiyor. Unutulmaması gerekir ki aldatılma çözülebilen bir sorundur. Çözüldüğü zaman da evlilikte geçmişe yönelik sorunları yeniden gözden geçirip çözebilmektedir.
Yapılan bir ankette 20-25 yaşlarındaki kadınların % 87’si sadakata inanıyor. 40 yaşlarındaki kadınların %20’si sadakata inanıyor. Yani yaşlar ilerledikçe kadınların konuya daha gerçekçi yaklaştıkları görülüyor. Aynı ankette erkeklerin % 100’ü sadakati savunduğu sonucuna varılmış. Anlaşılan ankete cevap verirken erkeklerin yanında sevgilileri vardı, onun için pek dürüst davranamamışlar.
KAYNAKLAR
1.http://www.e-kolay.net/kadin/ana_detay.asp?PID=365&HaberID=180166&HID=8
2.http://www.gulizk.com/sohbet/ihanet.html 3.http://www.dergibi.com/yazarlar/fu_004.asp